MEB’ DE MÜFREDAT ARAYIŞLARI (En Doğru Paradigma)

MEB’ DE MÜFREDAT ARAYIŞLARI (En Doğru Paradigma)

MEB’ DE MÜFREDAT ARAYIŞLARI (En Doğru Paradigma) ...

 1-Gündem Müfredat:

En temel meselede başarıyı yakalayamama, diğer tüm meselelerin sebeplerini doğurur.    En temel mesele ne olabilir ki diye sormaya zannederim gerek yok. Sayın Cumhurbaşkanımız yakın zamandaki konuşmasında, birçok alanda başarı sağlanmasına rağmen eğitim işinde istenilen sonuca ulaşılamadığını ifade etmiş; bu konuyla ilgili olarak Bakanlığımızın en üst yetkilileri(Bakan ve Müsteşar)  eğitim müfredatları ile ilgili açıklamalarda bulunmuştu. Sayın Müsteşar Doç. Dr. Yusuf Tekin Bey geçen haftaki bir konuşmasında, “Eğitim sistemini değiştirdik demeniz için cumhuriyetin ilk yıllarında oluşturulan eğitim sistemi paradigmasını değiştirmeniz gerekiyor. Yani ulus devlet kurgusu üzerine bina edilmiş, o zamanın koşullarına göre uyarlanmış ve zihniyet olarak ideolojik devletin bireylerini yetiştiren, bir eğitim felsefesi inşa edilmiş. 1739‘dan başlayan milli eğitim temel kanunundan varsayımlarına kadar her şeyi o zaman yenilenmiş olması gerekirdi ki cumhuriyetin ilk yıllarından beri bir değişiklik hiç olmadı. Dolayısıyla bir değişiklik yapacaksak bütün bu sistemi gözden geçirip ona göre yeni bir paradigma inşa etmek durumundayız, eğitim felsefemizi yenilemeliyiz.”  Diyerek kabul edilmiş paradigmanın değişmesi gerektiği üzerine vurgu yapmıştı. Bu açıklamaları okuduktan sonra 2004 yılında uygulamaya konulan “yapılandırmacı öğrenme” yaklaşımı aklıma geldi. Program değişimi, tüm kesimler tarafından heyecanla karşılandı ve desteklendi. Farklı politik tercihi olanlar tarafından da, “bilimsel bir kabul” olması nedeniyle çok eleştirilmedi, her kesimce kabul gördü. Bakanlığımız da bu süreci, hazırlık aşamasından, tanıtım ve uygulama aşamalarına kadar gerçekten etkin ve verimli yürüttü. Eğitim Akademisyenlerince de bu çalışma olumlu görülüp desteklendi. Benimde sık sık dillendirdiğim bu değişim; Cumhuriyet dönemi eğitim tarihi içince reform niteliğinde bir değişim olarak nitelendirildi. Şu anda okullarımızda uygulanan yapılandırmacı program ile ilgili teorik önermeleri ve pratik hedefleri kısaca özetlememizde fayda olacaktır.

2-Yapılandırmacılık Neleri Öngörmekteydi?

‘Constructivism’ olarak ifade edilen kavram; Türkçe olarak yapılandırmacılık, inşacılık, oluşturmacılık olarak tercüme edilmiştir. Yapılandırmacılık daha çok öğrenmeye dönük bir kuramdır. İşbirliğini, bilginin değişkenliğini, bilginin geçiciliğini, uzlaşmayı, öznellik ve göreliliği, kültürü temel ilke olarak benimseyen bir kuram olarak, temelde epistemolojik tartışma üzerine kurulu bir öğrenme yaklaşımıdır. Dış dünyada ve öğrenenden bağımsız bir bilgi yoktur. Bilgi bireylerin nesnelerle olan ilişkisinden, bireyler tarafından etkin bir biçimde oluşturulmaktadır. Öğrenme, toplum ve bilişsel süreçlerden bağımsız değildir. Klasik öğrenme süreci içinde öğrenenler bilgiyi, kendilerinden bağımsız dış unsurlardan (öğretmen vs.) öğrenmekteler. Öğrenenin dışındaki kaynakların sunduğu bilgi kesin, gerçek ve mutlaktır. Hâlbuki yapılandırmacılıkta bilgi, sadece içinde yaşanılan duruma göre özellik taşır. Şu anda kabul gören bilgi, bir sonraki aşamada geçerliliğini yitirebilir. Bundan dolayı bilgi, sürekli olarak alıcılar(öğrenenler) tarafından süreç içinde oluşturulur. Bilgi, gerçek kesin ve mutlakdeğil, sadece uygulanabilir ve geçerli olabilir. Geleneksel öğrenme yaklaşımlarının temelini oluşturan olay ve olgular arası ilişkileri değerlendirirken kullanılan tekli sebep sonuç ilişkisi, yapılandırmacı öğrenmede kabul görmemekte; çoklu sebep-sonuç ilişkisini esas alınmaktadır. Bilimsel determinizm bu noktada sığ kalmaktadır. Çünkü bir geçeğin birden fazla yorumu olabilir ve gerçek zaten bireyin anlam dünyasıyla bağlantılı bir kabul alanıdır. Yapılandırmacı öğrenme kuramına geçiş sürecinde bakanlığımız, program geliştirme çalışmalarında yapılandırmacı öğrenme yaklaşımı kapsamında sekiz beceri alanını sıralamıştır. Belirlenen beceri alanları ise; Eleştirel düşünme, Problem çözme, Bilimsel araştırma, Yaratıcı düşünce, Girişimcilik, İletişim, Bilgi teknolojilerini kullanma ve Türkçe’yi güzel kullanma becerisi olarak sıralanmıştır. Programda belirtilen derslerdeki tüm ortak kazanımlar, esasında ortak becerileri nihai hedef olarak görür. Görüldüğü üzere, yapılandırmacı öğrenme yaklaşımı, (eğer uygulandığı takdirde) özellikle temel eğitim devresindeki(ilkokul/ortaokul) çocuklarımız için bireyden beklenilen evrensel standarttaki becerilerin geliştirilmesi için isabetli bir tercihti. Bu gün, her daim gündeme getirdiğimiz Finlandiya eğitim sistemi ve diğer AB ülkeleri bu eksende müfredatlarını geliştirmişlerdir. Lakin, hususta başarılamayan ne vardı ki, yeniden müfredat arayışları yeniden gündeme gelmeye başladı? On iki yıldır uygulanagelen yapılandırmacı öğrenme modelin de mi bir problem var; yoksa yapılandırmacı programın(müfredat) uygulanmasında mı bir problem var? Ya da müfredatın uygulanamamasına neden olan başka unsurlar mı var?

3-Yapılandırmacı Programın Uygulamasındaki Problemler:

Zannedersem şu an uygulanan yapılandırmacı müfredatı(program) pek beceremedik. Bunun neden böyle olduğu hususunda bakanlığımız bilimsel bir çalışması (en azından eğitimcilerce bilinen) ortada görülmemektedir. Müfredatın yerleştirilmesi sürecinde sorumluluk alan ve uygulama sürecini takip eden biri olarak,  gördüğüm problemleri kısa başlıklar/maddeler halinde tahlil etmeye çalışayım. 1-Piyasanın talepleriyle eğitimin doğruları hep çelişik olmuştur. Eğitimi bir sosyal sınıf atlama yöntemi olarak gören ve pratik yaşamda da sürekli tanık olan veliler, çocuklarının popüler, kazancı iyi mesleklere yönlendirmeyi daha akılcı bulmaktalar. Dolayısıyla belli alanlara yönelim, eğitimin bir gereği olarak değil; piyasanın gerçeklerine göre şekillenmektedir. Bu durumda belli kademelerde(ortaokul sonu, lise sonu) eleme yapılmasını zorunlu hale getirmektedir. Bir diğer husus, piyasanın ihtiyaç duyduğu istihdam alanlarıyla, eğitim kurumlarının piyasaya yönelik arzı denklik göstermemektedir. Ya da belli alanlara yönelik istihdam ihtiyacının az olması, diğer alanlara yönelmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu durum kendi içinde her kesimi sıkıntıya sokmaktadır. Okullarımızın asıl misyonunun çocukların ilgi, istidat ve kabiliyetleri çerçevesinde doğru teşhislerle doğru alanlara yönlendirmeleri gerekirken, doku bozumuna neden olan bu tür gerçekler nedeniyle, eğitimcilerin doğru işi yapmalarına ket vurmaktadır. 2-Bakanlığımızca yapılandırmacı öğrenme kuramı çerçevesinde hazırlanan müfredat bir yıllık pilot uygulamadan sonra 2005 yılında tüm okullarımızda uygulamaya konuldu. Gerçekten heyecan oluşturmuştu tüm eğitimcilere yönelik. Lakin aradan çokta uzun zaman geçmeden ve her daim eleştirilen SBS sınavı gündeme geldi. Bu tür sınavlarla uygulanmaya çalışılan müfredat arasında hiçbir doğrusal ilişki bulunmamaktaydı esasında. Yani, böyle bir eleme sürecinin gündeme gelmesi, yapılandırmacı öğrenme uygulamasının baştan ölü doğmasına neden olacaktı. Bireyin üst düzey zihinsel ve diğer becerilerinin geliştirilmesini hedefleyen ve öğrenme kuramı olarak epistemolojik anlamda “öğrenme çeşitliliği/görelilik/çoklu nedensellik” ilkelerine esas alan yapılandırmacı müfredat için davranışçı ölçme araçlarını yeniden gündeme getirmek başarısızlığı baştan kabul etmek anlamı taşımaktaydı. Asıl çıkmaz da burada saklı zannedersem. Genel olarak eğitim yapımız ile piyasa ve dış unsurlar arasında iyi bir koordinasyon olması aslında temel zorunluluktur. 3-Meselenin düğüm noktasını ise öğretmen faktörü oluşturmaktadır. Bakanlığımız tarafında tüm süreçler ve öğretmenlere yönelik olarak yürütülen program tanıtım/eğitim faaliyetleri çok güzel yürüse de eksik kalan bir şeyler hep olmuştur. Öğretmen faktörüyle ilgili kısaca denilebilir ki, öğretmen yeterliliği ve alışılagelmiş uygulamalardan bir çırpıda kopamamak ana nedendir. Özellikle orta ve ileri kıdemdeki öğretmenlerimiz yıllarca sınıf ortamlarında öğrenmeye dönük olarak uyguladıkları yöntem ve teknikler davranışçı öğrenme kuramı/paradigmasının gereklilikleriydi. Bir insan tüm hayatı boyunca öğrenme ve öğretme adına kendi neye muhatap olduysa ve neyi öğrendiyse, uygulama aşamasında kendi gördükleri ve öğrendiklerini yapar. Bilmek ve uygulamak birbirine tam bağımlı alanlar değildir. Dönüşüm bir süreç ister ve bu sürecin hızlanması da çoğu kez olamamaktadır. Öğretmenlerimizin yeni usullere adapte olması, eski davranışları bir anda terk etmeleri ne yazık ki çokta mümkün olmadı. Bir şeyler eksik kaldı ve bu eksikliğin kaybı diğer unsurlarda eklenince müfredatın olumlu sonuçlanmasına engel oldu. Öğretmen yeterliliği meselesinin asıl nereden kaynaklandığını anlamak için ilk başlara yani, öğretmenlik tercihi, seçimi ve öğretmen yetiştirme süreçlerine bakmak gerekir. Dünyaya baktığımız takdirde öğretmen yetiştiren fakültelerde görev yapan akademisyenlerin öğretmenlik tecrübesinin olduğunu görürüz. Aynı şeyi ülkemiz için tam olarak söyleyebilmek mümkün değil. Öğretmenlik mesleği, isabetli tercihten sonra  (öğrenmenin asıl yolu) yaparak yaşanarak öğrenilmesi gereken bir meslektir. Eğitim fakültelerimizin müfredatlarının da bu noktada gözden geçirilmesi gerekir. Öğretmenlik, sadece akademik yeterlilikle belirlenebilecek bir meslek grubu olmadığı için, öğretmen adaylarının kişisel, mesleki değerler,  duygusal alanlarında da bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. Bunun usulü ise mülakat yöntemdir. Mülakat denilince akla başka değişkenler gelmektedir. Lakin, bu meselelerde doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet, adalet gibi değerler ölçü olarak belirlenmediği takdirde çözebileceğimiz bir meselemiz de olmayacaktır. Mülakat işinin ehil kesimlerce şaibelere meydan vermeyecek şekilde, hakkaniyetten taviz vermeden bilimsel ölçekler aracılığıyla yapıldığı takdirde istenilen sonuca ulaşılacaktır.

4-Genel Değerlendirme:

Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki; eğitim meselelerini tanımlama aşamasından, strateji belirleme ve çözüm aşamalarına kadar hem fikir olunma zorlaşmış durumdadır. Çağın gereklilikleri, yaşanılan coğrafyanın özellikleri, geleneğe ait değer yargıları, tercih edilen inanç dünyası, oluşan talepler ve bilgiye erişimin sınırsız oluşu ve çoklu uyaranların olduğu bir dünyada “nasıl bir okul tasarlamalıyız?” sorusuna cevap verme bir o kadar zorlaşmıştır. Çocuklarımıza evrensel anlamda “dünya insanı” olma, milli kimlik açısından “kültürel/toplumsal aidiyeti gelişmiş”, ekonomik anlamda “üretken vatandaş” olabilmiş bireyleri inşa edebilmek için müşterek bir kanaatimizin de olması gerekir. Geçmişin dört duvarları içinde hapsedilen usulleri ile sağlıklı bir varış noktamızda olamamaktadır. Arayışlarımızı bu minvalde, evrensel ile yerel gerçeklerin uzlaşabildiği bir zeminde aramamız gerekecektir. Bunun için, bilimsel araştırma/verilerden yola çıkarak, özellikle alanında yetkin akademisyenlerle birlikte alandan gelen eğitimcilerinde olduğu, yani tüm paydaşların katılım sağladığı çalıştayların devreye girmesi gerekir. Sonuç itibariyle, eğitim problemlerine çözüm üretebilmek için öncelikle doğru problem analizlerinin yapılarak doğru teşhislerin konulması, bu problemlerin tanımlanması,  belirlenen problemlerin çözümü için uygun strateji ve yöntemlerin uygulamaya konulması ve tüm bunları yaparken meşveret ve şura prensibinin göz ardı edilmemesi gerekir. Bu noktada, eğitimdeki başarıyı yakalayamayışımızın nedeni olarak, şu an uygulanmaya çalışılan müfredatın neyinde ve hangi unsurunda aksaklık olduğunun çok iyi belirlenmesi gerekir. Soru şu: halen uygulanan müfredatın(program) felsefi temelini oluşturan paradigmada mı bir problem var; yoksa müfredat dışı unsurlarda mı? Bu sorunun cevabını arayarak işe başlamanın daha isabetli olacağı kanaatindeyim. Eğitime yönelik yanlış tercihlerin genelde telafisi olmadığı gibi,  vebali de ağır olmaktadır.

Selam ve muhabbetle.  
Zafer Özer-Maarif Müfettişi/
Kamudanhaber-özel 

HABERE YORUM KAT
UYARI:

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.