2014 yılında en az 100 bin atama zorunludur

2014 yılında en az 100 bin atama zorunludur

Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’un, 23.01.2014 tarihinde yaptığı basın açıklamasıdır.

 2013-2014 eğitim-öğretim yılının ilk yarı yılı sona eriyor. Bu dönemde eğitim yine sancılı geçti. Liselere giriş için yeni sınav sistemi getirildi, dershanelerin kapatılması tartışmaları ülke gündemine bomba etkisi yarattı, Öğrenci Andı kaldırıldı, MEB fişleme iddiaları ile çalkalandı, torpile dayalı yönetici atamaları eğitim camiasında büyük huzursuzluk yarattı, Şubat ayında 40 bin öğretmen ataması talebimize rağmen sadece 10 bin atama yapılması kararı alındı.

 

YENİ SINAV SİSTEMİ İLE YARIŞA DEVAM

SBS yerine getirilen yeni sınav sistemi ile ilgili uyarılarımızı sık sık yapmıştık. Bu sistemin adil ve başarılı bir eğitimin önünü açmayacağını, dershanelere olan ihtiyacı artıracağını, Bakan Avcı’nın her ne kadar yeni sınav getirmiyoruz dese de, sınav sayısının arttığını, bu nedenle öğrencilerin daha fazla stres yaşayacağını, bölgelerarası eşitsizliklerin daha da belirginleşeceğini defalarca dile getirmiştik. Yeni sınav sisteminin sonuçlarını önümüzdeki günlerde daha net olarak göreceğiz. Ancak şu bir gerçek ki; yeni sınav sistemi ne çocuklarımız arasındaki yarışı sona erdirmiş ne de öğrencilerin dershanelere olan ihtiyacını azaltmıştır.

Öte yandan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı bu kez üniversiteye girişleri daha çok lise döneminde okul içi başarılara endeksleyecek sınavsız bir sistem üzerinde çalıştıklarınıaçıklamıştır. İlk bakışta kulağa hoş gelen sınavsız üniversite gerçekten mümkün olabilir mi? Hatırlanacağı üzere SBS’nin kaldırılması sürecinde de benzer tartışmalar gündeme gelmişti. Ancak bugünkü uygulamada liselere girişte öğrencilerin birinci ve ikinci dönem 6 temel dersten merkezi sınava tabi tutulduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla Bakan’ın açıkladığı sınavsız üniversitenin yine sınavlara dayalı bir sistem olacağını şimdiden söylemek yanlış olmayacaktır. Kimse kimseyi kandırmamalıdır. Gündemi değiştirmek adına yapılan bu açıklamaları gerçekçi bulmadığımızı herkesin bilmesini istiyoruz. Topluma sınavsız üniversite diye sunulan sistemin önümüzdeki günlerde detayları netleşecektir. Ancak 2013 yılında ÖSYS’ye başvuran 1 milyon 923 bin aday olduğu ve üniversitelerin kontenjanının 805 bin düzeyinde olduğu dikkate alındığında sınavsız bir model nasıl uygulanacaktır?

 

HÜKÜMETİ BİR KEZ DAHA UYARIYORUZ. PLANLAMA YAPILMADAN, SONUÇLARI İRDELENMEDEN, HESAPSIZ KİTAPSIZ DERSHANELERİ KAPATMANIN FATURASI AĞIR OLACAKTIR.

        Dershanelerin kapatılması tartışmaları ülkemizde adeta deprem etkisi yarattı. Bu sürece MEB, ısrarla dershanelerin dönüşümü dese de, bunun adının dershanelerin kapatılması olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Zira dönüşüm kelimesi sadece tepkileri yumuşatmaya yönelik kullanılmaktadır.

        Büyük tartışmalar sonucunda Hükümet, dershanelerin kapatılma tarihini 1 Eylül 2015’e öteledi. Bakanlık konuyla ilgili son olarak bir dershane raporu hazırladı ancak bu rapor yine kimsenin beklentilerini karşılamadı.

Dershanelerin kapatılması konusu siyasi hesaplaşmaların arenası haline gelmiştir. Bunun eğitimimize faturası ağır olacaktır. Hiçbir planlama yapılmadan, sonuçları irdelenmeden, dershanelere önümüzdeki süreçte ihtiyaç duyulup duyulmayacağı hesaba katılmadan ‘dershaneleri kapatıyorum’ demek eğitime dinamit koymakla eş değerdir. Sınavların kaldırılmayacağı, liselere girişte getirilen yeni sınav modeliyle bir kez daha görülmüştür. Sınav olduğu sürece yarışın olduğu, yarış olduğu sürece de öğrencilerin alternatif eğitim modellerine ihtiyaç duyacağı iki kere ikinin dört ettiği kadar açıktır. Ayrıca özel okul kontenjanlarının yüzde 40’ının boş olduğu da göz önüne alındığında dershanelerin özel okula dönüştürülmesi gerçekçi değildir. Öte yandan MEB’in tüm özel okullarda okuyan öğrencilere 3 bin TL teşvik vereceği ifade edilmektedir. Devlet öğrencilere 3 bin TL’ye kadar yardım yapsa da, asgari ücretli, dar gelirli, memur-işçi özel okul masrafının altından kalkacak duruma sahip değildir. Bir özel okulun en az 10 bin lira olduğu göz önüne alındığında vatandaş geriye kalan 7 bin TL’yi nasıl ödeyecektir? Dolayısıyla bu maddi destekten dar gelirli değil, zaten maddi durumu iyi olan aileler yararlanacaktır. Devletin bu kadar çok parası var ise;

O halde bu kaynaklar neden devlet okullarında okuyan öğrencilerimiz için kullanılmamaktadır?

Okullar neden öğretmensizlikten inim inim inlemektedir?

Okullarda neden personel yetersizliği vardır, hatta bazı okullar tuvalet temizliğini bile kendi imkânlarıyla yapmaktadır?

Dershanelerin özel okul, yurt, halk eğitim merkezi, açık lise, anaokulu vb. modele dönüştürülmesi de sorunu çözmeyecektir. Aksine merdiven altı dershanecilik faaliyetleri artacaktır. Çünkü Türkiye’de hala dershanelere ihtiyaç vardır. Bu noktada Türk Eğitim Sen olarak hükümetin dershanelere dayatma yapmasını kabul etmiyoruz. İsteyen dershaneler özel okula ya da başka bir şeye dönüşmeli, istemeyenler ise dershane olarak faaliyetlerini sürdürmelidir.

       

BİR KEZ DAHA UYARIYORUZ: DERSHANE ÖĞRETMENLERİNİN KPSS’SİZ, MÜLAKATLA MEB’E ATANMASI, ÇOK TEHLİKELİ SONUÇLAR DOĞURACAKTIR.

Burada karşı çıktığımız bir nokta da; dershane öğretmenlerinin sınavsız olarak MEB kadrosuna geçirilmelerine ilişkin haberlerdir. Dershane öğretmenlerinin Halk Eğitim Merkezlerinde kadrolu olarak istihdam edilmesi; KPSS’ye giren ve yıllarca atanmayı bekleyen yüzbinlerce öğretmeni, ataması yapılmadığı için intihar eden 34 öğretmeni yok saymak anlamına gelecektir. Bu durumda atama bekleyen yüzbinlerce öğretmenin geleceğe inancı kalır mı, bu ülkeye hizmet etmek için yanıp tutuşurlar mı?

Hele ki mülakat ile atama çok tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Bu durum, torpilli ve arkası sağlam olanların MEB kadrolarına yerleştirilmesi anlamına gelecek, büyük haksızlıklar oluşacaktır. Zira MEB yandaş bakanlığı haline gelmiştir. Torpilin dik alasını yapan Bakanlığın burada da tarafsız davranmayacağı aşikardır. Bugüne kadar öğretmen olmak isteyenler nasıl KPSS’ye girerek öğretmen olarak atanıyorsa, dershane öğretmenleri de KPSS sonucuna göre MEB’e atanmalıdır. Torpile, şaibeye yol açacak hiçbir uygulamaya vize verilmemelidir.

 

TÜRKİYE, BİLİM VE TEKNOLOJİ YARIŞINDA, SANATTA, SPORDA ÜCRETLİ ÖĞRETMENLERLE Mİ İPİ GÖĞÜSLECEK? ÖĞRETMEN AÇIĞI DAHA NE KADAR İKİ YILLIK MESLEK YÜKSEK OKULU YA DA AÇIK ÖĞRETİM MEZUNU ÜCRETLİ ÖĞRETMENLERLE KAPATILMAYA ÇALIŞILACAK?

Ülkemizde derslik açığı eğitimin kanayan yarasıdır. Özellikle belli bölgelerimizde ve büyükşehirlerimizin bazı semtlerinde ortalamanın çok üzerinde kalabalık sınıf mevcutları bulunmaktadır. Hatta bazı sınıflarımızda sınıf mevcudu 60-70’e kadar ulaşmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse; Adana’da Seyhan 80. Yıl Ortaokulunda 6. sınıf öğrencileri 70 kişilik sınıfta eğitim-öğretim görmektedir. Peki soruyoruz; öğretmenlerimizin, kalabalık sınıflarda sağlıklı bir şekilde ders işlemesini, performansının yüksek olmasını, öğrencilerimizin başarı sağlamasını beklemek ne kadar mümkündür?

MEB’in açıklamasına göre 126 bin öğretmen açığımız vardır. Bakanlık ise öğretmen açığını kadrosuz, güvencesiz ücretli öğretmenler eliyle gidermeye çalışmaktadır. Sendikamızın yaptığı araştırmaya göre 70 ilde ücretli öğretmen sayısı 56 bin 814’tür. 81 ili dikkate aldığımızda ücretli öğretmen sayısının 65 bine ulaşacağını tahmin etmekteyiz. 70 ilde görev yapan ücretli öğretmenlerin 9 bin 845’i de ön lisans (iki yıllık meslek yüksekokulu) mezunudur. Düşünebiliyor musunuz, öğretmenlik formasyonu olmayan, arıcılık, kuaför, işletme v.b. iki yıllık yüksekokul ya da açık öğretim fakültesi mezunları bile ülkemizde ücretli öğretmenlik yapabilmektedir. Hatta bazı okullarda Resim-İş ya da Beden Eğitimi derslerine lise mezunlarının girdiğine yönelik bilgiler sendikamıza gelmektedir. Hal böyle olunca Türkiye’nin fen bilimlerinden, spora kadar birçok alanda uluslararası arenada başarılı olmasını beklemek hata olacaktır. Ücretli öğretmenlerle eğitim-öğretimin kalitesinin nasıl sıfırlandığı net olarak görülmektedir.

 

2014 YILINDA 100 BİN ÖĞRETMEN ATAMASI YAPILMALIDIR.

Yaptığımız araştırmada ücretli öğretmen sayısının norm kadro sayısının altında olduğu da görülmüştür. Bu da okullarda kadrolu branş öğretmenlerinin, branşları dışında ek ders karşılığı derslere girdiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu ülkede öğretmen açığı var mıdır, vardır. Öğretmen açığı ücretli öğretmen eliyle giderilmeye çalışılmakta mıdır, çalışılmaktadır. Atama bekleyen yüzbinlerce öğretmenimiz var mıdır, vardır. 34 öğretmenimiz ataması yapılmadığı için bunalıma girerek intihar etmiş midir, etmiştir. Hal böyleyken, MEB’in Şubat ayında yapacağı 10 bin atama çok yetersiz olacaktır. Bu noktadaBaşbakan’ın Şubat ayında 10 bin atama ısrarını anlamak da mümkün değildir. Sendikamızın talebi Şubat ayında 40 bin atama yapılmasıdır. Şayet 40 bin atama yapılmıyorsa, en azından talebimizin yarısı kadar, yani 20 bin öğretmen ataması yapılmalıydı. Başbakan bu gençlere bir jest yaparak atama sayısını artırsaydı ne kaybedecekti?

Bakanlık Şubat ayında 10 bin, Ağustos ayında da 40 bin atama ile birlikte 2014 yılında 50 bin atama yapmayı planlamaktadır. 2014 yılında yapılması planlanan 50 bin atama, ücretli öğretmen sayısını bile karşılamamaktadır. Dolayısıyla öğretmen ihtiyacının giderilmesi için 2014 yılında en az 100 bin atama zorunludur.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile mahrumiyet bölgelerinde de ciddi bir öğretmen açığı bulunmaktadır. Öğretmen açığının kapatılabilmesi için bu bölgelerin de cazip hale getirilmesi, öğretmenlerin buralarda çalışmasının özendirilmesi gerekmektedir. Bu noktada; kalkınmada öncelikli yerlerde görev yapanlara tazminat ödenmelidir. Ayrıca yer değiştirmelerde öncelik, karşılıklı ve gönüllü yer değiştirme taleplerine verilmeli; öğretmen temininde güçlük çekilen il ve ilçelerde 5 yıldan uzun süre görev yapmış olanların istekleri halinde başka yerlere atanmaları sağlanmalıdır. Bu ülkeyi yönetenler, kalabalık sınıflarla eğitim yarışında ipi göğüslemenin mümkün olamayacağını artık görmelidir.

 

İL İÇİ ÖZÜR GRUBU MAĞDURİYETLERİ DEVAM EDİYOR.

Milli Eğitim Bakanlığı özür grubu tayinlerinin sonuçlarını 21 Ocak tarihinde açıkladı. Ancak özür grubu tayinleri yine öğretmenlerimizin sorunlarını çözmedi. Burada en büyük sıkıntı il içi özür tayinlerinde yaşandı. İl içinde 29 bin 49 başvuru yapılırken, sadece 8 bin 631 kişinin tayini gerçekleştirildi. Yani 20 bin 418 öğretmenin umutları başka bahara kaldı. Evi ile okulu arasında neredeyse bir il kadar mesafe bulunan öğretmenlerimiz büyük hayal kırıklığı yaşamıştır. Örneğin ailesi Ankara’da yaşayan bir öğretmenimizin okulu Ankara’ya 160 km. uzaklıkta bulunan Nallıhan ilçesinde olabilmektedir. Dolayısıyla bu öğretmenimiz her gün geliş-gidiş 320 km. yol kat edemeyeceğine göre, ailesinden ayrılmak zorunda kalmaktadır. Benzer bir örneği Sivas’tan da verebiliriz. Sivas’ta Gemerek ile Koyulhisar ilçeleri arası tam 281 km.’dir. Bu durumda olan öğretmenlerimizin ömrü ailelerine kavuşmayı beklemekle mi geçecektir?

Öte yandan sınıf öğretmenlerinin mağduriyetleri de giderilememiştir. Sınıf öğretmenliği alanında toplam 15 bin 562 başvuru yapılmış ancak sadece 2 bin 704 öğretmen yer değiştirebilmiştir. Bu da 4+4+4 sisteminin yarattığı olumsuzlukların hala devam ettiğini göstermektedir.  Görüldüğü üzere bu sistemi insan planlaması yapmadan, gerekli fiziki alt yapıyı hazırlamadan ihdas edenler hem öğretmenlerimize hem de öğrencilerimize darbe vurmuştur.

 

EĞİTİMİN SORUNLARI DAĞ OLMUŞ

Yeni eğitim sisteminde seçmeli dersler getirilmiştir ancak bu derslere öğretmen bile bulunamamaktadır.

Okullar fiziki imkânsızlıklar içindedir. Laboratuvarı, bilgisayar odası, kütüphanesi, spor salonu olmayan okullar vardır. Okullara ayrılan ödenek yetersiz olduğu için bazı okullarımız ısınma sorunu yaşamaktadır. Küçücük çocuklarımız kışın ortasında üşüyerek ders işlemek zorunda kalmaktadır.  Elektrik ve su borcunu ödeyemeyen okullarımız bulunmaktadır. Tuvaleti hijyenik olmayan, camı, sandalyesi, masası kırık okul sayısı maalesef çok fazladır. İlkokul ve ortaokullara 1 TL bile verilmemektedir. Bu durumda okullar ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaktır?

Bölgeler arası ve okullar arasındaki alt yapı, donanım eksikliği ile müfredat yönünden oluşan farklılıklar öğrenci başarısını düşürmektedir. Bu noktada her öğrenciye eşit koşullarda öğrenme fırsatı verilmelidir. 

Eğitime ayrılan bütçe çok yetersizdir. Ülkeyi yönetenler, “Aslan payı eğitime ayrılıyor” diye övünse de, bütçenin büyük bölümü personel giderlerine ayrılmaktadır. Dolayısıyla yatırımlara ayrılan pay çok düşük kalmaktadır.      

Öte yandan ülkemizde birleştirilmiş sınıf uygulamaları devam etmektedir.

Öğretmenlik mesleğine bakış açısı ise son derece olumsuzdur.

Bu noktada ülkeyi ve eğitimi idare edenlerin, suni ve politik gündemler yaratma gayretlerini bırakıp, eğitimde başarı sağlamamız için öncelikli olarak yapılması gerekenleri ele alması gerekmektedir. Dolayısıyla;

Derslik başına düşen öğrenci sayıları ideal ölçülerde olmalıdır. Birleştirilmiş sınıf uygulamalarına son verilmelidir. 2014 yılında 50 bin değil, en az 100 bin öğretmen ataması yapılmalıdır. Ücretli öğretmen istihdamına son verilmeli, tüm öğretmenler kadrolu olarak atanmalıdır. Okullaşma oranları yüzde 100 seviyesine ulaştırılmalıdır. . Okul öncesi eğitim zorunlu hale getirilmelidir. Bölgeler arası, okullar arası fırsat eşitsizlikleri giderilmelidir. Okulların fiziki ve alt yapı eksiklikleri giderilmelidir. Eğitime ayrılan pay artırılmalıdır. Sınıf geçmede öğretmen etkinliği artırılmalıdır. Öğretmenin sosyal statü kaybı telafi edilmelidir. Öğretmenlerin periyodik olarak hizmet içi kursundan geçirilmeleri sağlanmalıdır.

 

BECERİKSİZ MEB YÖNETİMİNİN YAPTIĞI HATALARIN BEDELİNİ ÖĞRENCİLER ÖDEMEKTEDİR.

Bilindiği gibi 2013 SBS sonuçlarında yapılan inceleme sonucunda Almanca ve Fransızca testlerini cevaplayan 718 adayın yabancı dil testlerine ilişkin değerlendirmede yanlışlık yapıldığı tespit edilmiş; bunun üzerine MEB, sadece 718 adayın puanlarını yeniden hesaplamıştı. Konu yargıya taşınmış ve mahkeme tüm adayların puanlarının yeniden hesaplanması gerektiğine karar vermiştir. Yargının böyle bir karar vereceği aslında çok belliydi. Zira 718 öğrencinin puanının değişmesi bütün sıralamayı değiştirmektedir. Buna rağmen Bakanlığın bu sonucu öngörememesi ve sadece 718 adayın puanlarını yeniden hesaplaması bugün yaşadığımız kaotik duruma neden olmuştur. Üstelik en acısı da Bakan Avcı’nın vicdanının rahat olduğunu söylemesidir. Tabi, mağdur olan ne de olsa sizin çocuklarınız, torunlarınız değil. Başka bir ülkenin bakanı böyle bir durumda bir saniye bile o makamda oturmazdı. Ancak bizim ülkemizde skandalların üstü o kadar kolay kapatılıyor ki, iki ay sonra kimse hatırlamıyor bile… MEB’in karara itirazı da sonucu değiştirmeyecektir. Kısacası MEB bu işi de eline yüzüne bulaştırmıştır. Tüm puanların yeniden hesaplanması durumunda bazı öğrencilerin okulu değişebilecektir. Bakanlığın böyle bir durum karşısında gerekli tedbirleri alması gerekirdi. Şimdi öğrenciler tedirgin bir bekleyiştedir. Ne yazık ki beceriksiz MEB yönetiminin yaptığı hataların bedelini öğrencilerimiz ve aileleri ödemektedir.

 

MEB ÇALIŞANLARINI FİŞLEYENLER CEZALANDIRILMALIDIR.

Bu eğitim-öğretim yılında MEB çalışanlarının fişlendiği ortaya çıktı. Bakanlık Merkez Teşkilatında çalışanların MEB Müsteşarı Yusuf Tekin’in talimatıyla fişlendiğine dair belgeler eğitim camiasını sarstı. 28 Şubat’ı, cunta dönemlerini hatırlatan fişlemeler MEB’in kara bir lekesidir. Bakanlık ve MEB Müsteşarı fişlemeleri yalanlayan açıklamalar yapsa da, ortaya konulan belgeler yenilir yutulur cinsten değildir. Her fırsatta fişlemelere karşı olduğunu söyleyenler, fişlemelerin 2010 yılında sona erdiğini öne sürenler bu belgeler karşısında akla ve mantığa uygun hiçbir açıklama yapamamıştır. Üstelik bu fişlemeler MEB’de yapıldıysa, başka kurumlarda da yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Hükümetin ve MEB’in bu konuda verecek hesabı vardır. Bu hesap verilmeden eğitim çalışanları rahat etmeyecektir. İşin garip tarafı her fırsatta darbelere karşı olduğunu söyleyenlerin bu fişlemeler karşısında sesinin soluğunun çıkmamasıdır. Demek ki bu güruh ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ anlayışındadır ve sadece kendilerine demokratlardır. Sendika olarak fişlemelerle ilgili suç duyurusunda bulunduk. Yargının bu konuda vereceği kararı bekliyoruz.

Fişlemelerin üstü kapatılmaması gerekirken, olayın sorumlularının cezalandırılması gerekirken, MEB’de ilginç olaylar yaşanmaktadır. Teftiş Kurulu Başkanı Hüseyin Acır görevden alınmış; Acır’ın yerine İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın fişleme iddialarında adı geçen kardeşi Atıf Ala getirilmiştir. Dolayısıyla Bakanlık çalışanlarını fişlediği iddia edilen bir kişinin olayın aydınlatılması için açığa alınması gerekirken, bu olayı soruşturmakla görevli Teftiş Kurulu Başkanlığına getirilmesi manidardır. Atıf Ala’nın atamasının ardından ise Teftiş Kurulunda görevli başkan yardımcıları ve müfettişler istifa etmiştir. Çok net söylüyoruz ki; Atıf Ala şaibelidir. Ala üzerindeki şaibeyi kaldırmadıkça bakanlık çalışanlarının gönlünde yer edinmesi mümkün olmayacaktır.

 

TÜRK EĞİTİM-SEN SÖZLÜ SINAVLARI TAKİPTE...

Bilindiği gibi yönetici atamalarında mülakat sınavlarında birçok şaibe peşi sıra gelmişti. Sendika olarak tüm illerde yönetici atamalarında yapılan haksızlığı protesto etmiş, bu sınavları yargıya taşımıştık. Sivas’ta yazılı sınavdan 87,879 puan alarak başarılı olan ancak mülakatta kendisine 53,0156 puan verilerek başarısız sayılan üyemiz için açtığımız davada yargı iptal kararı vermiştir.  Bu çok önemli bir gelişmedir ve  konuyla ilgili diğer davalara emsal teşkil etmektedir. Yargı hukuksuzluğa geçit vermemiştir.

Öte yandanşube müdürlüğü için yazılı sınavlar yapıldı, başarılı olanlar sözlü sınavlara girmeye hak kazandı. Ancak şube müdürlüğü sınavında sadece sözlü sınava göre değerlendirme yapılacak, yazılı sınav sonuçları hiçbir şekilde dikkate alınmayacaktır. İşte sendikamız bu hukuksuzluğu da yargıya taşıyacaktır. Zira yapılan büyük bir ahlaksızlıktır, sahtekârlıktır, yandaş kayırmadır. Cumhuriyet tarihinde bu kadar yandaş kayıran, torpile geçit veren, ‘kendi adamım olsun da liyakatsiz olsun’ diyen, hak yemeyi, kul hakkına göz dikmeyi mubah sayan başka bir iktidar yoktur.  Türkiye tez zamanda bu yandaşlık anlayışından kurtarılmalıdır, ehil insanlar iş başında olmalıdır.

Tüm bunlarla birlikte MEB’de il ve ilçe milli eğitim müdürlerinin bazıları görevden alınmakta, bazılarının da görev yerleri değiştirilmektedir. Görevden alınanların yerine idareye tanınan taktir yetkisiyle getirilenler ise sınava dahi girmeden şube müdürü yapılmaktadır. Şu anda 6 bine yakın aday şube müdürlüğü yazılı sınavını kazanıp, sözlü sınava girmeyi beklemekte iken; Bakanlık, 6 bin kişiyi hiçe sayarak, hülle yoluyla gerekli şartları taşımayan kişileri sırf yandaş oldukları için şube müdürü yapmıştır. Sendikamız bu şekilde yapılan atamaların iptalini istemiştir ve konunun yakın takipçisidir. Tehditle, sürgünle, baskıyla insanları ezenler, hak etmeyen kişileri makamlara getirenler MEB’de insanlık suçu işlemektedir. Sözlü sınavların, il ve ilçe milli eğitim müdürlerinin görev yerlerinin değiştirilmesinin ya da görevden alınmasının, hülle yoluyla şube müdürlüğü atamalarının esas amacı;  yandaşlarını getirmek, statükocu anlayışı hâkim kılmak ve makamları kendilerine biat eden yöneticilerle doldurmaktır.

       

 

ÖĞRETMENLERİN KAZANILMIŞ HAKLARI BUDANIRKEN, KİMSEYİ O KOLTUKLARDA BİR ELİ YAĞDA, BİR ELİ BALDA OTURTMAYIZ.

MEB’in öğretmenleri 657 Sayılı DMK’nın dışına çıkarmak için çalışma başlattığını, buna göre öğretmenliğe başlayanların ilk bir yıl kadrosuz çalışacaklarını, bir yıl sonunda idare çalışmak istemezse, öğretmenlerin görevlerine son verebileceklerini kamuoyuna açıklamıştık. Bu da öğretmenlerin iş güvencesiz hale getirileceği anlamına gelmektedir.

Konuyla ilgili bugüne kadar MEB’den en küçük bir açıklama yapılmamış, iddiamız yalanlanmamıştır. Dolayısıyla bu sessizliğin hayra alamet olduğunu düşünmüyoruz. Sadece bazı internet sitelerinde öğretmenlerin 657 Sayılı Kanun içerisinde özel bir statüye kavuşacağına dair haberler yer almıştır. Acaba gerçekten öğretmenler 657 Sayılı Kanun içinde özel bir statüye mi kavuşturulacak yoksa ince hesaplarla 657 Sayılı Kanun dışına mı çıkarılacak? Buradan net olarak söylüyoruz: Şayet düşündüğümüz gibi öğretmenleri 657 Sayılı Kanun dışına çıkaracak bir çalışma yapılıyorsa, öğretmenlerin iş güvenceleri ellerinden alınmaya çalışılıyorsa, buna göz yumacağımızı hiç kimse beklemesin. Ne yapar eder, o kanun çalışmasını durdururuz. Bakanlık kapısında on binlerce öğretmenle tarihte görülmemiş büyük eylemler yaparız. Üstelik öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının kazanılmış hakları budanırken, o koltuklarda kimseyi bir eli yağda, bir eli balda oturtmayız. 800 bin öğretmenin geleceğiyle, iş güvencesiyle, kazanılmış hakları ile kimse oynayamaz. Burası Madagaskar değildir, öğretmenlerimiz de şamar oğlanı değildir. Şunu da belirtmeliyiz ki; kapalı kapılar ardında konunun tarafları ile görüşülmeden, gizli çalışmalar yapmak MEB’e yakışmamaktadır.

 

ÖĞRENCİ ANDI KALDIRILDI, TÜRK MİLLETİ EN ÖNEMLİ DEĞERLERİNDEN BİRİNİ YİTİRDİ…

Bu eğitim-öğretim yılına damgasını vuran konulardan birisi de 1933 yılından beri okutulan Öğrenci Andı’nın kaldırılması olmuştur. Adına demokratikleşme paketi dedikleri ancak demokratikleşme ile ilgisi olmayan, PKK terör örgütünü meşrulaştırma anlamına gelen paket ile birlikte Öğrenci Andı kaldırılmış; q, w, x harflerinin kullanımının önündeki engeller kaldırılmış; özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önü açılmıştır. Yıllardır bölücü çevrelerin dilinde pelesenk olan konuları hayata geçiren Hükümet, ne yazık ki ırkçı ve ayrılıkçı anlayışın ekmeğine yağ sürmüştür. İdeolojik saplantılarla hareket edenlere hizmet edilmesi kabul edilemeyecek bir durumdur. Bu uygulamalarla birlikte bunca yıl barış ve kardeşçe yaşamış insanlar bugün birbirinden koparılmaktadır. Bu ise en hafif ifadeyle kalleşliktir. Ayrıca Öğrenci Andı’nın kaldırılması ile birlikte Türk milleti ne yazık ki en önemli değerlerinden biri yitirmiştir.

 

EĞİTİM ÇALIŞANLARI AY SONUNU GETİRMEK İÇİN HESAP YAPMAKTAN YORULMUŞTUR.

2014 yılında 123 TL, 2015 yılında da yüzde 3+3 zam çalışanlar için büyük bir yıkım olmuştur. Üstelik 2014 yılında memurlar enflasyon farkı alamayacak, öğretmenlerin ek derslerine zam yapılmayacak, tazminatlar artırılmayacak, aile ve çocuk yardımı yerinde sayacaktır. Yolsuzlukların ayyuka çıktığı, olağan dışı gelişmelerin yaşandığı, Türk lirasının dolar karşısında değer kaybettiği bugünlerde ekonomik kriz etkisini giderek hissettirmektedir. 2014 yılının sonunda enflasyonun hedeflenenin çok üzerinde çıkması muhtemeldir. Öğretmen, hizmetli, memur, teknisyen, şef, daktilograf v.b. tüm eğitim çalışanları ay sonunu getirmek için hesap kitap yapmaktan bıkmış usanmıştır. Kimileri ayakkabı kutularına milyon dolarlar yığarken; eğitim çalışanları 10 yıl önceki ayakkabılarını, ayakkabı kutularında muhafaza etmeye çalışmaktadır.

Öte yandan 2014 yılı için öğretmenlerimize 75 + 75 TL’lik bir iyileştirme kararı çıkmıştır. Ancak bu miktarın öğretmenlerimizin ekonomik sorunlarını çözmekten uzak olduğu açıktır. 666 KHK ile 1500 TL’ye varan ek ödemeler söz konusu iken ve iki yıla yakındır öğretmenlerimizin uğradığı kayıplar göz önüne alındığında 75+75 TL’nin delik ceplere faydası olmadığı görülecektir.

2013-2014 eğitim-öğretim yılının ilk yarı yılı sorunlarla geçmiştir. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın yarı yıl karnesi kırık notlarla doludur. Mevzu bahis eğitim çalışanlarını fişlemek, yandaş kayırmak, torpil, eğitim çalışanlarının haklarını budamak, hak ve hukuk yemek olunca son derece başarılı olanlar; eğitimin ve eğitimcilerin sorunlarını çözmede en ufak bir başarı gösterememektedir. Şayet Bakan ikinci dönem de aynı performansı sergilerse, sınıfta kalması kaçınılmaz olacaktır. Umuyoruz ki; ikinci yarı yıl eğitimin sorunlarının çözüldüğü, Milli Eğitim Bakanlığı’nın hatalarından ders aldığı, tüm eğitim çalışanlarının ve öğrencilerimizin beklentilerinin karşılandığı bir dönem olur.

 

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

HABERE YORUM KAT
UYARI:

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.