Eğitimde 4+4+4 dayatmasının yarattığı olumsuzluklar artmıştır

Eğitimde 4+4+4 dayatmasının yarattığı olumsuzluklar artmıştır

Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu`nun `2013-2014 Eğitim-Öğretim Yılı Birinci Dönem Sonunda Eğitimin Sorunları Acil Çözüm Bekliyor!` başlıklı açıklama metnidir.

 Okulöncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde eğitim alan 15 milyon 927 bin 462 öğrenci ve 800 bini aşkın öğretmen için 2013-2014 eğitim-öğretim yılının ilk yarısının sonuna gelindi. 

Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamalar, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmenlik uygulamalarının devam etmesi, yaşanan yoğun siyasi kadrolaşma uygulamaları, öğretmenlerin, hizmetli, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan akademik ve idari sorunlar gibi pek çok sorunun çözümü için adım atılmadığı gibi, geçtiğimiz dönemde bu sorunlara yeni sorunlar eklenmiştir. 2013-2014 eğitim-öğretim yılının birinci yarıyılında gerek eğitimin, gerekse eğitim ve bilim emekçilerinin sorunlarına kalıcı çözümler üretilememiştir. 

Türkiye`de herkese eşit, parasız, laik, demokratik ve anadilinde eğitim hakkı başta olmak üzere, en temel insan hakları ve özgürlükleri yok sayılmakta, iktidarın eğitim sistemi üzerinden bütün toplumu dinsel referanslar temelinde biçimlendirme girişimleri bütün hızıyla sürmektedir. 

Eğitimde 4+4+4 dayatmasıyla daha da derinleşen eğitim sorunları, öğrencilerimizi ve biz eğitim ve bilim emekçilerini olumsuz etkilemeyi sürdürmektedir. AKP, eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik görüşleri doğrultusunda biçimlendirme yönündeki dayatmacı adımlarına devam ederken, zorunlu ve "zorunlu seçmeli" din derslerinin kaldırılması talepleri başta olmak üzere, temel bir insan hakkı olan anadilinde eğitim hakkına yönelik talepleri ısrarla görmezden gelmeyi sürdürmektedir. 

Eğitimde 4+4+4 dayatmasının yarattığı olumsuzluklar artmıştır

4+4+4 dayatması ile eğitim sistemini kelimenin tam anlamıyla büyük bir kaosun içine iten Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), bir eğitim politikası olmaktan çok, hükümetin siyasal-ideolojik dayatması şeklinde uygulanmaya başlanan 4+4+4 uygulamasındaki ilgili anlamsız ısrarını ve dayatmalarını sürdürmektedir. 

12 Eylül darbesi sonrasında cunta eliyle yoğunlaştırılan "Türk-İslam sentezi" merkezli eğitim anlayışı ve eğitimde ticarileştirme uygulamaları, özellikle AKP iktidarı ile birlikte, geçmişte olduğundan daha fazla iç içe geçmiş bir şekilde hayata geçirilmektedir. 4+4+4 düzenlemesi ile eğitim üzerinden din istismarı uygulamaları geçtiğimiz dönem artarak devam etmiştir. 

Zorunlu din dersleri uygulamasına ek olarak, 4+4+4 dayatması ile "zorunlu" seçmeli derslerin getirilmesi ve buna bağlı olarak eğitim müfredatında din derslerinin ağırlığının arttırılması, kılık kıyafet serbestliği konusunun hükümet ve yandaş sendikalar tarafından "özgürlük" adına istismar edilmesi, toplumu din üzerinden muhafazakârlaştırmanın en belirgin örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Okul dönüşümleri üzerinden imam hatip okullarının sayısının arttırılması ve okullarda ibadet yerleri açmaya yönelik dayatmacı tutumlar, eğitim sistemini dört bir yandan kuşatmış durumdadır. 

Eğitim sistemi adım adım piyasa ilişkileri içine çekilirken, eğitim müfredatına yapılan gerici müdahalelerle çocuklara bilimsel bilgilerden çok, bilim dışı hurafeler öğretilmek istenmekte, Türkiye`nin çeşitli illerinde ilkokul öğrencilerine dini içerikli kitaplar dağıtılarak, eğitim sistemini muhafazakârlaştırma girişimleri artırılmaktadır. Bunlara ek olarak, eğitimde cins ayrımcı, ırkçı, gerici ifade ve söylemlerin; Alevilere, Kürtlere, Ermenilere ve Romanlara yönelik ayrımcı ve aşağılayıcı yaklaşımların sürüyor olması düşündürücüdür. 

Eğitim Sen`in eğitimde 4+4+4 dayatmasının gündeme geldiği ilk andan itibaren, özellikle vurgu yaptığı konulardan birisi okulöncesi çağdaki çocukların ilkokula zorla kaydedilmesi olmuştur. MEB`in geçtiğimiz dönem başında bu konuda kısmen geri adım atmış olmasına rağmen, 69-71 ayları arasındaki çocukların ilkokula gönderilmesinde ısrar edilmesi, hem bu yaş grubundaki öğrencileri hem de ailelerini zor durumda bırakmıştır. 

Geçtiğimiz dönem dikkat çeken bir diğer sorun, okulların yeterli fiziki altyapıya sahip olmaması ve donanım eksikliklerinin giderilmesi noktasında gerekli adımların atılmamasıdır. Bu konuda atılan adımlar son derece yetersiz kalmıştır. Sendikamızın tespitlerine göre bölgeler, iller, semtler hatta mahalleler arasındaki eşitsizlikler kendisini okul altyapıları konusunda da göstermektedir. 

4+4+4 dayatması ile birlikte ikili eğitim yapan okulların sayısının artması, taşımalı eğitim uygulamasının daha da yaygınlaşmış olması dikkat çekicidir. İlkokulda ikili eğitim oranının en yüksek olduğu il yüzde 82 ile Şanlıurfa`dır. Birleştirilmiş sınıflarda öğrenim gören öğrenci sayısı ülke genelinde yüzde 2,3 iken, bu oran Ardahan`da yüzde 27,8`e kadar yükselmektedir. 

Eğitim Sen`in sık sık ısrarla vurgulamasına rağmen okulların fiziksel ve altyapı yetersizliklerini gidermeyen, çocukların kullanımına uygun güvenli okul alanları yapmayan Milli Eğitim Bakanlığı; bugüne kadar 30`u aşkın çocuğun okulların fiziki altyapı eksiklikleri nedeniyle hayatını kaybetmesinde neden olmuştur. Çocukların kendi mahallerindeki okullarda eğitim alabilmeleri için yeterli kaynağın ayrılmaması ve 4+4+4 ile birlikte yapılan dönüşümler bazı okullarda gerçek kapasitelerinin üzerinde olması nedeniyle öğrenciler ve öğretmenler ciddi sorunlar yaşamaktadır. Yıllardır dile getirdiğimiz "eğitime yeterli bütçe, okula yeterli ödenek" sorunu çözülmedikçe, mevcut altyapı sorunlarının kalıcı olarak çözülmesi mümkün görünmemektedir.  

4+4+4 dayatması, bir taraftan eğitimi tamamen piyasalaştırıp toplumun geleceğini ipotek altına alırken, diğer taraftan okul dönüşümleri sonucu öğretmenlerin ve öğrencilerin fiili anlamda sürgün edilmesine neden olmuştur. Eğitimde 4+4+4 dayatmasının üzerinden henüz bir buçuk yıl geçmesine rağmen okul dönüşümleri sonucunda ortaya çıkan norm fazlası sorunu sürmektedir. MEB Teşkilat Kanunu`nda yapılan değişiklikler sonrasında eğitim yöneticilerinin sözlü sınavlarla belirlenmesine yönelik düzenlemelerle siyasi kadrolaşmayı daha da arttırma girişimleri büyük tepki çekmiştir. 

Eğitimde sınav dayatması devam etmiştir 

Milli Eğitim Bakanlığı`nın üzerinde sürekli değişiklik yaparak başta öğrenciler olmak üzere, kamuoyunun kafasını tamamen karıştırdığı temel eğitimden ortaöğretime geçiş sistemi ile yılda 12 merkezi sınav yapılmasının önü açılmış, ilk 6 sınav 28-29 Kasım 2013 tarihlerinde yapılmıştır. 

Öğrenciler, hangi bilimsel kriterlere göre belirlendiği belli olmayan Türkçe, Fen ve Teknoloji, Matematik, İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, Yabancı Dil, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinden merkezi sınava girmiştir. Yıllardır öğrencilerin tercihlerine saygılı olmak yerine, onların hangi okula gideceğinin, hangi dersleri alacağının, hangi derslerden sınava gireceğinin sadece MEB tarafından belirlenmek istenmesi eğitim sisteminin temel sorunlarından birisi olmayı sürdürmektedir. 

Sınavlar yoluyla yapılan eleme ve yönlendirmeler, zaten eşit olmayan bir eğitim sistemi içinde yeni eşitsizlikler ve adaletsizlikler yaratmıştır. Sınavda yüksek puan almayı başarı gibi sunan ve eğitim hizmetinin niteliği ile farklılaşan değerlendirme ölçütleri, aslında toplumdaki birçok grubun, çeşitli dezavantajları olan grupların, kız çocuklarının, kadınların, bedensel ve zihinsel engellilerin, kırsal kesimde eğitim görenlerin, kent merkezlerinin çevresinde bulunan özel bir statüsü olmayan okullara kayıtlı öğrencilerin, gelir ve eğitim düzeyi düşük ailelerin çocukları açısından ciddi olumsuzluklar taşımaktadır. 

MEB`in hayata geçirmeye çalıştığı yeni ortaöğretim modeli, özellikle yoksul emekçi çocukları için meslek lisesi, imam hatip lisesi ve açık lise arasında tercihte bulunma zorunluluğu getirmekte, öğrenciler arasında sınıfsal ayrımları derinleştiren bir yapı ortaya çıkarmaktadır. Yeni ortaöğretime geçiş sisteminde öğrencilerin büyük bölümü ucuz işgücü olarak yetiştirmek amacıyla meslek liselerine ya da açık liselere, itaatkâr bireyler yetiştirmek amacıyla İmam hatip liselerine yönlendirilmeye başlanmıştır.  

Eğitim gibi tüm toplumu ilgilendiren bir konuda bir değişiklik yapılırken hiçbir öğrenci ve veliyi mağdur etmeyecek bir sistem oluşturmak gerektiği açıkken, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ne eğitimde yaşanan ve giderek derinleşen eşitsizlikleri gözetmekte ne de öğrenci ve velilerin yaşadığı kaygıları giderici adımlar atmaktadır. Türkiye`de eğitim sistemini sınav odaklı olmaktan kurtarmak yerine sınav sayısının arttırılması, çocuklarımıza uygulanan sistematik işkencenin devam etmesi anlamına gelmektedir. 

MEB, tıpkı 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, ortaöğretime geçiş sisteminde "tek din, tek mezhep" anlayışıyla bütün öğrencilere dayatılan zorunlu din dersini merkezi sınavlar arasına almıştır. Sınav sonuçları hesaplanırken gayrimüslim öğrencilerin din dersi puanları sıfır sayılmış, seçmeli/zorunlu din dersleriyle farklı inanç gruplarını yok sayan politikalardaki ısrar sürdürülmüştür. 

Türkiye`de eğitim sisteminden başlayarak düzeyler arası geçişler, okul türlerini tarif ve eğitim programları başta olmak üzere, eğitimin tüm tür ve düzeylerinin kamu tarafından ve kamusal kaynaklarla sunulması ve adil dağıtımının sağlanması, insancıl ve demokratik bir okul iklimi oluşturma gibi pek çok sorun varlığını sürdürmektedir. Bunu sağlamanın ilk adımı, çocuklarımızı sınavların esiri haline getirmek değil; eğitimi sınav odaklı olmaktan kurtarmak olmalıdır. Bakanlık yılda kaç sınav yapacağına değil, çocuklarımızın sınav cenderesinden nasıl kurtarılacağına kafa yormalıdır. 

Dershane sistemi bir eğitim sorunu olarak tartışılmamıştır

2013-2014 eğitim-öğretim yılı sonundan itibaren özel dershanelerin kaldırılacağına ilişkin açıklamalar ve bunun üzerinden yürütülen tartışmalar, sorunun özünü bilenler açısından kesinlikle sürpriz olmamıştır. Her ne kadar dershanelerin kapatılarak özel okullara dönüştürülmesi bir "eğitim sorunu" olarak gösterilmeye çalışılsa da bu konu üzerinden çatışan tarafların çocuk ve gençlerimizin eğitim hakkı ve geleceği ile ilgili en küçük bir endişe duyduklarını söylemek mümkün değildir. 

Milli Eğitim Bakanlığı, 2002 yılında yüzde 1 olan özel okul oranını, bugüne kadar her türlü teşvik ve özendirmeye rağmen ancak yüzde 3`e çıkarabilmiştir. Şimdi de dershaneleri özel okula dönüştürme bahanesiyle özel okulların eğitim içindeki oranının yüzde 15`e çıkarılması hedeflenmektedir. 

Kamusal eğitime ve okullara yeterli bütçe ayrılması ile ilgili talepler gündeme geldiğinde "kaynak yok" diyenlerin, kuruluş ve işleyişi açısından "para kazanmayı" amaçlayan ve her biri birer "ticari işletme" olan özel okulları kamu kaynakları ile finanse etmesi büyük bir çelişkidir. Son dönemde sıkça tartışılan dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi ve özel öğretim kurumlarının kamu kaynakları ile desteklenmesi girişimlerini herkesin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanacağı bir düzenleme olarak değerlendirmek mümkün değildir. 

Eğitim Sen, dershanelerin kapatılması ve özel okula dönüştürülmesi tartışmalarını, yıllardır gördüğümüz gibi, kamusal kaynakların eğitimin ticarileştirilmesi ve her geçen gün daha fazla oranda piyasalaştırılması için özel sermaye kesimlerine aktarılması olarak değerlendirmektedir. Yapılması gereken ise kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, halkın yararı gözetilerek değerlendirilmesi ve sadece eğitimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payının arttırılması olmalıdır. 

Sonuç

Bugün tüm dünyada, eğitim sistemlerine egemen olmaya çalışan anlayışlar, eğitimi bir insan hakkı olarak değil, maliyeti olan ve karşılığı mutlaka ödenmesi gereken bir "müşteri hizmeti" olarak görmektedir. Eğitim sistemlerinde çeşitli adlar altında yapılan köklü değişiklikler, çeşitli projelerin temelinde eğitimi herkesin eşit ve parasız olarak yararlanması gereken bir hak olmaktan çıkarmayı hedeflemektedir. Bu anlayışın gelişmesiyle birlikte aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar, farklı bölgeler birbirleriyle rekabet içine sokularak eğitimde piyasa ilişkilerinin tek belirleyen olması sağlanmak istenmektedir. Eğitimin kamusal niteliğinin aşınmasıyla birlikte bir yandan kaynakların eşitlikçi dağılımı ortadan kaldırılırken diğer yandan eğitimi tamamen piyasaya teslim etmenin adımları atılmaktadır.

Eğitimin dayanacağı ilkeler finansmanından hizmetin sağladığı sonuçlara kadar geniş bir alanda etkili olmaktadır. Bu açıdan, eğitim hizmetinin hangi ilkeler çerçevesinde yapılacağına yönelik olarak yapılacak sınıfsal tercihin, en az eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanması kadar önemli olduğu gerçeğini asla unutmamak gerekir. Eğitim sisteminin içinde bulunduğu sorunların aşılması ve Türkiye`de toplumun eğitim düzeyini yükseltmek, ancak gerçekleştirilecek köklü değişikliklerle olanaklı olabilir. Bu nedenle eğitim sisteminde yapısal değişiklikler gereklidir. 

Okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin laik, bilimsel, demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim vardır. Gerekli değişiklikler yapılmadan atılacak her adım, sorunlarımızın sonraki yıllara ertelenmesinden öteye gitmeyecektir.

Yapısal sorunları olan eğitim sistemini günü birlik politikalarla geçiştirmek ülkenin geleceğine vurulmuş en büyük darbe olacaktır. Geleceğimizin bu enkaz altında yok olmaması için acil; kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması için somut adımlar derhal atılmalıdır.

HABERE YORUM KAT
UYARI:

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.