Sendikalar, İdeolojik Prospektüs Müdür?

Sendikalar, İdeolojik Prospektüs Müdür?

Sendikalar, İdeolojik Prospektüs Müdür?

Geçenlerde, Türkiye’deki sendikalarla ilgili yapılan küçük çaplı bir anket çalışmasında dikkatimi ve ilgimi çeken iki sonuç, ülkemizdeki sendikal yapılarla ilgili bazı çıkarımlarda bulunmamızı ve kanaatler oluşturmamızı sağladı. Herkesin şapkasını önüne koyması için bu iki verinin önemli bir gösterge olduğu düşüncesindeyim. Yanlış anlamalara mahal vermeden, kafamızdaki tüm kalıpları ve önyargıları kırarak, bu konu üzerinde objektif bir biçimde eğilmemiz gerektiği kanaatlerini taşıyorum. Ve bilmenizi isterim ki, üzerinde duracağımız anket sonuçları, kesinlikle birilerini ve bir kısım sendikal yapıları övmek ya da takdir etmek veyahut birilerini ve bir kısım sendikaları yermek ya da rencide etmek için değil, tüm sendikaların açacağımız özeleştiri penceresinden kendilerine bakarak bir değerlendirme içerisine girmesi amacıyla sunulmaktadır. Söz konusu anket çalışması ile ilgili sonuçlardan ilkini, izninizle sizlerin dikkatine sunmak istiyorum: 



Yukarıda da görüldüğü üzere bahse konu anket çalışmasına katılan kişilere ‘en başarılı sendika başkanı olarak kimi görüyorsunuz?’ sorusu yöneltilmiştir. Ve soruya verilen cevaplarda dikkatimi çeken, sendikaların kafasında bir ‘dank’ etkisi yapacağını, bu bakımdan özeleştiri penceresini açabilmelerine olanak vereceğini düşündüğüm pastanın yüzde 45’lik kesiminin ‘Hiçbirisi’ cevabı olmuştur. Azımsanmayacak bir dilimdir bu. Ve en başarılı görülen sendika başkanı ile at başı gitmektedir. Verdiği mesaj ise sendika başkanlarını hakkı tutma noktasında gerçekten kayıtlı, etkili ve duyarlı görmeyen; onları parmak hesabı yaptıkları için yaratılan sahte ortamlarda üye yarışına girip çekişir halde bulan; yalnızca gazete sayfalarında ve TV ekranlarında gezindikleri için oralarda kendilerini görmeye nail olan ilgili anket sonucu üzerinde at başı giden cevabın sahibi bir kitlenin, gerçek başarı kriterlerinden geçer bir not alabilen bir sendika başkanın bulunmayışıdır. Böyle bir gerekçe ile ülkemizdeki sendikal yapılardan uzak duran azımsanmayacak bir kitlenin olduğu gerçeğini görebilmeliyiz artık. Pekala, bu kesimin bir sendika başkanını başarılı görme kriterleri nelerdir sizce? Kişisel düşüncelerimle ve kendi çapımda yaptığım saha gözlemlerimle bu soruya vereceğim cevap, sendika başkanlarının kendi ideolojik çerçeveleri dışında bir hareket tarzına sahip olmayışlarıdır, basmakalıpları kıramayışlarıdır. Hak mücadelesi verecek olan sendikalar, ideolojik kırmızı çizgileri ile kendi sınırları içinde kalarak, hak mücadelesi sahasında tam manasıyla yerlerini alamamaktalar. Ve bu açıdan sendikalar, kendi içlerinde ideolojik bir oligarşiye çalışan yapılar olmuş oluyor, üyeleri ise o oligarşinin ihya ve terfi olması için birer basamaktan ibaret. İşte bu azımsanmayacak kesimin sendikalardan kopuş, kırılma noktası tam da burasıdır. İdeolojik sınırlamalar ve baskılar, sendikaların hak mücadelesi sahasında hareket kabiliyetini kısıtlıyor. Kısıtladığı gibi gelişimlerine engel olabiliyor. Ve bu kısıtlama beraberinde hak mücadelesi alanında çekilmelere ve erimelere yol açıyor. Bir sendikanın kendisini tam manasıyla hak mücadelesine verememesinin nedeni olan ideolojik kısıtlamalar ve baskılar, aynı zamanda üst ile tabanın da bir müddet sonra bazı konularda ayrılması ve çelişmesi anlamına geliyor. Amacından sapmış, hakkı savunmakta çekingen davranan ya da oportünist bir yaklaşım gösteren ve tamamen anlamını yitirmiş bir sendika olarak görüldüğü için de bahsettiğimiz bu kesim açısından sendika başkanları asla ama asla geçer notu hak etmiyor. Onlara göre ideolojinin etkisi altında ya da kişisel ikbali için göstermelik, en küçük kazanımın üstüne atlayarak ‘ben yaptım’ payından alma yarışı içinde olan ve geleneksel bir esasta ve şekilde sendika başkanlığı yapmak, konu mankenliği gibi anlaşılıyor. Sendikalar açısından kendileri ile ilgili küçümsenmemesi ve azımsanmaması gereken bu izlenim, özeleştiri penceresini açmaları için bir nedendir kanaatindeyim. Unutulmamalıdır ki, tesiri terbiye edilmiş bir sendika, sendikal melekelerini ve yetkilerini kullanmada İDEOLOJİK SINIRLAMA VE BASKILARLA yontulduğu için yoksunluk çeker. Ülkemizdeki sendikalar, üye zengini olmadan evvel bu yoksulluğunu gidermelidir. Zira; üye zenginliği yarışından evvel gelir bu sorumluluk. Bu sorumluluğu yerine getirmedikleri takdirde gelecekte esameleri bile okunmayacaktır. Böylece hak mücadelesi yolunda örgütsel mücadele, bireysel mücadeleye evrilir ve İSİMSİZ KAHRAMANLARIMIZLA övünürüz bizde. 



Anket çalışmasındaki diğer soru ise yukarıda da görüldüğü üzere şöyle: ‘4/C’nin kadro mücadelesinde hangi sendikayı başarılı buluyorsunuz?’ Bu soruya verilen cevaplar içinde yüzdelik dilim olarak ilk sırayı alan, yine ‘Hiçbirisi’ cevabı olmuştur. ‘Hiçbirisi’ cevabı sendikalar için bir tokat gibidir aslında. Tabi özeleştiri penceresinden bakabilenlere...Bunun üzerinde düşünerek değerlendirmelerde bulunabilenlere... Sendikal mücadele alanları ile ilgili aynı hamam aynı tas yorumlarını kırabilmek için önce şapkasını önüne koyup sonra kollarını sıvayabilenlere... Sendikalar, azımsanmaması gerekli bu dilimlerin kırılmalarına ve kırgınlıklarına yol açan nedenleri doğru görüp doğru müdahaleyi yaptıkları takdirde sendikal alanlardaki hak mücadelesi yollarında çığır açma imkanına sahip olabileceklerdir. Çığır açmaya çağrıdır bu yazının amacı. Yoksa, sıradanlıkla, öğrenilmiş çaresizliklerle, yetersizliklerle, bahanelerle, rutine bağlı bir şekilde, sınırı ideolojik çizilmiş bir döngüde güya evrilmiş bir seyirde asla çığır açılabilecek yollar bulunamaz. Ancak birbirimizi kandırabiliriz. Unutulmamalıdır ki, ne kadar sahte bir Dünya yaratırsak yaratalım gerçeklerle bir gün yüzleşiriz. Tavsiyem şudur ki, sendikalar tamamen anlamlarını yitirmeden, anlamlarını gerçekten hak mücadelesi yollarında aramalıdırlar. Bu yollar, inanınız ki, sendikal anlamda çığır açılabilecek yollara çıkacaktır. HAK MÜCADELESİ, GERÇEKTEN HAKKI GÖZETİRSE KİTLELERE İNANDIRICI GELİR, İNANDIRMAK İSE ÖRGÜTLÜ ETKİLEŞİMİ, ETKİNLİLİĞİ VE ETKİLİĞİ BERABERİNDE GETİRİR... 
Sonuç olarak, yukarıda gösterilen anket sonuçları üzerinde derin derin düşünülmesi gereken yüzde 49'luk ve yüzde 45’lik dilimlerdir... Anketlerde övünülecek yerlerden ziyade özeleştiri yapılacak yerler aranmalıdır ve görülmelidir. Mesela, sendikalar için at başı giden ‘Hiçbiri'lik dilimleri, neyin göstergeleridir? Bir de burada sorgulanması gereken, sendika gibi örgütsel yapıların yaşadığımız dönemde, hak mücadelesi örgütlülüğü içinde yalnızca prosedürden ibaret olup olmadığıdır... Prosedür örgütlülüğün ise ideolojik prospektüsten ibaret olup olmadığıdır... Ve sendikalar, her bir üyesinin ya da her bir emekçinin hak mücadelesine aynı titizlilikte, duyarlılıkta, önemde, enerjiyle ve eşit bir biçimde yaklaşabilme genişliğine ve yeteneğine sahip midir acaba? Yoksa, sendikalar emekçiler ve üyeleri arasında da birtakım saiklerle fark mı gözetmektedirler? Bu genişliğin, ideolojik kırmızı çizgilerle sınırlandırıldığını ya da kısıtlandığını ve ideolojik baskılarla daraltıldığını, pinekleyen oligarşinin ikbal kaygıları ile topa girmeme (kaçınma) ile kendini göstererek iyice içine kapandığını düşünecek olursak, bu sorulara verilecek cevaplar pek de olumlu olmayacaktır sanırım.

Sendikalar, bazı kesimler nazarında bir ‘HİÇ’ olmadıklarını, aksine çok ‘ŞEY’ olabileceklerini gerçekten kanıtlayarak hatırlatmalılar... Yalnız, prosedürden ibaret sahnelerle ve ideolojik prospektüslerle değil, daha gerçekçi sahnelerle ve sendikal açıdan evrensel (geleneksel değil) başarı kriterleriyle yapmalılar bunu. 
SENDİKALAR, İDEOLOJİK PROSPEKTÜS DEĞİL; HAK MÜCADELESİ İLACININ PROSPEKTÜSÜ OLABİLMELİDİRLER... BU BİRİKİM VE KABİLİYET POTANSİYELİ VARDIR... YETER Kİ, GELENEKSELLEŞMİŞ KALIPLAR KIRILABİLSİN... 
Herkese saygı ve sevgilerimle...
Yusuf SEVİNGEN

HABERE YORUM KAT
UYARI:

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.