İnsan ve  İnsanlık

İnsan ve İnsanlık

İnsana, insanlığı öğretmedikten sonra insan kendisini bulamayacaktır.

Anne, baba, öğretmen, arkadaş, akraba vs... insanlarla kurduğumuz ilişkilerde aslolan amacımız bu olmalıdır.

Bu bağlamda, edebiyatımızın iki önemli kaleminden kulaklarımıza küpe olması lazım iki yazıdan bazı bölümleri  aşağıya aktarıp dikkatlerinize sunmak  istiyorum:

 ‘’İnsan olun yavrularım!

Ana karınca ile baba karınca yavru karıncaları çevrelerine toplamışlar, onlara karıncalık dersi veriyorlardı.

Baba karınca dersinin sonunu şöyle bitirdi:

Yavrularım, hayatta karınca olmaya çalışın. Hiçbir zaman karıncalıktan ayrılmayın.

Yavrular,  nasıl karınca olalım? Karıncalığın yolları nelerdir? diye sordular. Baba karınca, kendinize bizi örnek alın, dedi. Biz ne yaparsak sizler de onu yapın. Yavru karıncalar, baba karınca ile ana karıncaya baktılar, onlar ne yapıyorlarsa öyle yaptılar. Yazdan yiyeceklerini toplayıp toprak altına yığdılar, kışın uyudular, zaman gelince yumurtladılar. Baba karınca ile ana karınca çocuklarını yine çevrelerine topladılar.  Baba karınca onlara:  Yavrularım, dedi,  ben artık ölüyorum, hepinizden memnunum, hepiniz karınca oldunuz, hiçbiriniz karıncalıktan ayrılmadınız, hakkım helal olsun, Allah sizden razı olsun.

Ana balık ile baba balık yavru balıkları çevrelerine toplamışlar, onlara balıklık dersi veriyorlardı.

Baba balık dersinin sonunu şöyle bitirdi:

Yavrularım, hayatta balık olmaya çalışın. Hiçbir zaman balıklıktan ayrılmayın.

Yavrular,  nasıl balık olalım? Balık olmanın  yolları nelerdir? diye sordular. Baba balık, kendinize bizi örnek alın, dedi. Biz ne yaparsak sizler de onu yapın. Yavru balıklar, baba balık ile ana balığa baktılar, onlar ne yapıyorlarsa öyle yaptılar. Denizde yüzdüler, kendilerinden küçükleri yuttular, kendilerinden büyüklerine yutuldular,  yumurtladılar, yumurtalar yapıp ürediler.  Baba balık  ile ana balık çocuklarını yine çevrelerine topladılar.  Baba balık  onlara:  Yavrularım, dedi,  ben artık ölüyorum, hepinizden memnunum, hepiniz balık  oldunuz, hiçbiriniz balıklıktan ayrılmadınız, emeklerim boşa gitmedi, hakkım helal olsun, Allah sizden razı olsun. Yavru balıklar, biz çok şey yapmadık, hiçbir şey yapmış sayılmayız, siz ne yapmışsanız biz de öyle yaptık dedi.

Ana ördek ile baba ördek  yavru ördekleri  çevrelerine toplamışlar, onlara ördeklik  dersi veriyorlardı.

Baba ördek  dersinin sonunu şöyle bitirdi:

Yavrularım, hayatta ördek olmaya çalışın. Hiçbir zaman ördeklikten  ayrılmayın.

Yavrular,  nasıl ördek olalım? Ördek  olmanın  yolları nelerdir? diye sordular. Baba ördek,  kendinize bizi örnek alın, dedi. Biz ne yaparsak sizler de onu yapın. Yavru ördekler , baba ördek  ile ana ördeğe baktılar, onlar ne yapıyorlarsa öyle yaptılar. ‘Vak, vak’ diye sesler çıkardılar, suda yüzdüler, karada  yürüdüler, çiftleştiler, yumurtladılar, kuluçkaya yattılar, yavru çıkardılar.  Baba ördek  ile ana ördek çocuklarını yine çevrelerine topladılar.  Baba ördek onlara:  Yavrularım, dedi,  ben artık ölüyorum, hepinizden memnunum, hepiniz ördek  oldunuz, hiçbiriniz  ördeklikten  ayrılmadınız,  emeklerimiz boşa gitmedi,  hakkım helal olsun, Allah sizden razı olsun. Yavru ördekler, biz bir şey yapmadık ki,   size baktık siz ne yapıyorsanız biz de onu yaptık dediler.

Köpek, sığır, manda, hamsi, balina, deve, fil, yılan, koyun yeryüzünde ne kadar baba ve ana hayvan varsa,   yavrularına kendileri gibi olmalarını, bunun için ise  kendilerine  bakmalarını kendileri  ne yapıyorlarsa öyle yapmalarını söylediler.  Yavru hayvanlar da baba hayvan ile ana hayvana bakıp onların yolundan gittiler, sonunda iyi birer hayvan oldular, baba hayvan ile ana hayvan ölürken yavrularına memnunluklarını söylediler, haklarını helal ettiler.

Ana insan  ile baba insan  çocuklarını  çevrelerine toplamışlar, onlara insanlık  dersi veriyorlardı.

Baba  insan   dersinin sonunu şöyle bitirdi:

Yavrularım, hayatta insan  olmaya çalışın. Hiçbir zaman insanlıktan  ayrılmayın.

Çocuklar,  nasıl insan  olalım? İnsanlığın, insan  olmanın  yolları nelerdir? diye sordular. Baba insan,  kendinize bizi örnek alın, dedi. Biz ne yaparsak sizler de onu yapın.  Çocuklar,  baba  insan  ile ana insana baktılar, onlar ne yapıyorlarsa öyle yaptılar. Hepsi de tıpkı tıpkısına babalarına, analarına benzediler.  Baba insan  ile ana insan  çocuklarını yine çevrelerine topladılar.  Baba insan  onlara:  Yazıklar olsun, diye bağırdı, hiçbiriniz bizim istediğimiz yetişmediniz,  hiçbiriniz insan olmadınız, hepiniz de insanlıktan uzaksınız, insanlıktan ayrıldınız, artık ölüyoruz, yazık oldu emeklerimize, boşa gitti emeklerimiz, bütün hakkımız haram olsun size, Allah hepinizi kahretsin. Çocuklar şaşırdılar, peki ama bize neden beddua ediyorsunuz? dediler. Biz yanlış bir şey mi yaptık yoksa, size baktık, sizi örnek aldık, siz ne yaptıysanız biz de onu yaptık.’’ (Aziz NESİN, İnsan Olun Yavrularım)

Mustafa KUTLU’nun Yeni Şafak gazetesindeki  11 kasım 2009 tarihli yazısı ise şöyle:

‘’ Büyü bozuldu. Belki bu yüzden edebiyatın yerini medya aldı. Eski dünyanın bizi uçuran şiirsel bir yanı vardı, şimdi şiir bir yürek burkuntusu sadece.  Hayretimizi, şaşkınlığımızı yitirdik. Oysa insan korkar, şaşar, hayret eder, ürker, dehşete kapılır vesaire.

Havai fişeklerin rengarenk patlamaları, gökyüzünü boyamaları ile misket bombasının patlatılması nasıl da birbirine benziyor. Utanmasak “eğlenceli” diyeceğiz.

Acaba utanmak hâlâ gündemde mi; yoksa alay konusu edileli çok mu oldu?

Bakın geçen yıl bir “sahte rakı” operasyonu dolaştı dillerde.

Önce Menekşe sahilinde yaşlı bir alkoliğin cesedi bulundu. Yapılan inceleme sonucu adamın alkol zehirlenmesinden (sahte rakı) öldüğü anlaşıldı.

Sahte rakının peşine düşen polis çeteyi yakaladı. Çete reisinin bu işi defalarca yapmış, içeri girip çıkmış birisi olduğu anlaşıldı.

“Ne var bunda” diyeceksiniz değil mi?

Demeyin.

Sahilde ölen ihtiyarın bu adamın babası olduğu anlaşıldı. Yani adam oğlunun imal ettiği rakıdan içerek ölmüş.

İş bu kadarla kalsa iyi. Meğer bu ihtiyar da bu işin ustasıymış, o da sahte rakı imalatından defalarca içeri girmiş çıkmış.

İşte size bir “Babalar ve oğulları” hikâyesi. İnanılır gibi değil. Ama medyada öyle cinayetler görüyor, öyle dehşetli sahneler seyrediyoruz ki; bu tuhaf-acı-şaşırtıcı olay bir oyun, bir skeç gibi algılandı. Kah kah gülenler bile oldu.

Demek ki ölümün, işkencenin, toplu imhanın, bombaların, yıkılan evlerin, kaçışan insanların, kolu bacağı kopmuş çocukların görüntüsü bizi artık kazımıyor.

Kimse ekranın kapatmıyor.

Kimsenin kılı kıpırdamıyor.

Amerika Irak''a girdi, gireli seneler oldu, milyonun üzerinde insan öldü, medeni dünyanın umurunda değil.

Her iki buçuk saniyede dünyada açlıktan bir çocuk ölüyor, kimsenin umurunda değil.

Hissiyatımız (insanlığımız) dumura uğradı.

Gösteriler yapılıyor, bayraklar sallanıyor, nutuklar atılıyor, bütün bunlar ekran süsü gibi haber bültenlerine hareket katmaktan öteye gitmiyor.

Elbette bütün bunların bir sebebi vardır. O sebep malumdur. İnsanlığa insan olmayı öğreten “ahlâk”tan uzaklaşmak. (Öyle ki ahlâk bizi Allah''a götürecek diye ödü kopanlar “etik” kelimesine sığındılar). Ahlâkın bir tek kaynağı vardır. İlahî emir ve yasaklar. Öte dünya inancı, hesap günü. Yüzyıllardır bunun bir “safsata” olduğu pompalanıyor. Sen gününü gün et, ânı yaşa, kendini sev. Altta kalanın canı çıksın.

Hesap gününü hesaba katmayan bir “adalet” olur mu? Olur.

Güçlünün koyduğu kanun budur. Veyl mağluplara. Ama kan ve gözyaşından elde edilen servet sahibine huzur vermiyor. Sahip evinin etrafını duvarlarla, dikenli tellerle çeviriyor. Site kapısına güvenlik elemanları yerleştiriyor. Hiç inmiyor arabasından, etrafa bakmıyor. Haberleri ona ileten âletler, insanlar, casuslar, görevliler, laboratuarlar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, ilim adamları, aktörler, bankalar kankalar var.

Yine de uyumadan önce kapısına vurduğu beş açılmaz kilidi defalarca kontrol ediyor.

Nafile. Beyhude.

Ruh sağlığı giderek bozuluyor. Ne içki, ne sex, ne uyuşturucu, ne doktor, ne ilaç içindeki yangını söndürmüyor. İçin için yanıyor adam; bu sebeple sağa sola saldırıyor. Bu adam insanlıktan çıkmıştır artık. Şefkat, merhamet, nedamet, feragat, cömertlik, sabır, şükür, rikkat, hürmet, hizmet onu terketmiştir.

Ne yazık ki hepimiz o adamın bindiği jipi, oturduğu evi, yüzdüğü havuzu, yediği havyarı, yatağa attığı hatunları, gezdiği bakir köşeleri, yediği kanlı kızartmaları, bir işareti ile rakiplerini yerle bir etmesini istiyor; adamın gücüne tapıyoruz.

Dinden çıkmak başka nasıl olur?

İyi uykular.’’

Tüm canlılar, türüne yaraşır biçimde  yaşarken,  insanoğlu  neden türüne yaraşır şekilde yaşayamaz?

Asıl sorgulanması gereken nokta burası.

İnsan mı insanlığa bol ya da dar? Yoksa, insanlık mı insana bol ya da dar?

Hangisi hangisine uymuyor  ya da olmuyor?

İNSAN,  NE ZAMAN İNSANLIKTAN ÇIKTI YA DA AYRILDI?  VEYAHUT KİMDİR İNSANI İNSANLIKTAN, İNSANLIĞI İNSANDAN AYIRAN YA DA ÇIKARMIŞ OLAN?

İnsanlıktan çıkan ya da ayrılan insanın,  bu durumda olmasında,  bizden öncekilerin, bizlerin hiç mi suçu yok?

Yazılar, hala güncel, sorular da öyle tabi.

Not: Türkçe’deki -lık yapım eki,  tüm canlıları türüne yaraşır yaparken, bir insanı türüne yaraşır  yapamamıştır sanırım. Baksanıza: ’’İnsan kim, insanlık kim!’’ noktasındayız. Yani, bu kadar birbirine zıt ve uyumsuz.

Saygılar...

Yusuf SEVİNGEN

HABERE YORUM KAT
UYARI:

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.