
“KAMUSAL ALAN”… “BAŞÖRTÜSÜ TEHDİDİ”… YENİDEN…
Kimsenin sözlüğe bakma gereği bile duymadan kullandığı, belki de hiçbir sözlükte dilden dile dolaştığı şekliyle anlam bulamadığı “kamusal alan” ibaresi; inanan insanın başında taşıdığı bir kumaş parçasına geçit vermeyen kimliğiyle şu sıralar bir kez daha girdi gündemimize.
Kamusal alanda başörtüsüne özgürlük kazandırmak amacıyla başlatılan imza
Yeni nesle özgürlükleri, hoşgörüyü, toplumsal barışı aşılamakla görevli olan
öğretmenlerin her gün selamlaştıkları başörtülü mesai arkadaşlarına bir imzayla olsun destek
vermekten çekinmeleri de, anlaşılması zor bir başka çelişki. “Yıllardır düzmece sebeplerle
üniversite kapılarında, okul önlerinde sana yaşatılan mahrumiyet benim umrumda bile değil.
Bu ülkenin kendi evlatlarına reva gördüğü ayrımcılığın ben de arkasındayım” demenin üstü
kapalı bir yolu. Kıyafet yönetmeliğinde yer alan “etek boyu, pantolonun ütüsü ve kumaşı”
ile ilgili kısıtlamalar, her okulda rahatlıkla hiçe sayılırken; yasağın sadece başörtüsünü hedef
almasından rahatsızlık duymamanın vicdanî boyutu.
O başörtülü insanlar ki ne sanıldığı gibi gizliden gizliye Cumhuriyet'i, demokrasiyi
yerle bir etme sevdasıyla yanıp tutuşmaktalar… Ne de başına örtüsünü taktığında, zaten
yıllardır o başın içindekileri aktardığı öğrencilerine farklı mesajlar verip onları peşinden
sürükleme idealleri taşımaktalar…
Sadece her sabah okulun tuvaletindeki aynada kendisi olmayan bir yüze
bakmaktan yorgunlar… Hayatını kazanmak, yıllarca emek vererek hak ettiği mesleğini
yapmak uğruna “günah” bildiği şeye mecbur kalmaktan üzgünler… Ve ne yazık ki onun yıllara
sinmiş bu acısını küçümseyen, en masum beklentisini ülkeye karşı en tehlikeli tehdit olarak
gören, çevresinde başörtüsüyle dolaşan bir öğretmene tahammül edemeyen insanlarla
mesai arkadaşı olmaktan kırgınlar...
Demokratik bir ülkede seçimle göreve gelip meclisten “haddi bildirilmek” üzere
kapı dışarı edilen, ideallerini ardında bırakıp mesleğinden gözü yaşlı istifa eden, astronomik
puanlarla girdiği tıp fakültelerini terk eden sayısız genç kadını dile getirmiyorum bile.
Bu ülkenin geleceğini kendi tekelinde sananlara hatırlatılması gereken tarihî
bir gerçek var: Üzerinde yaşadığımız bu vatanı savunanlar, bizim de dedelerimizdi. Onların
halel gelmesinden korktuğu millî-manevî değerler arasında başörtüsü de vardı. Şimdi
evlatlarının kılığına kıyafetine ambargo uygulandığını bilseler, kabirlerinden kalkıp da
gelmezler mi dersiniz? Başındaki örtüsüyle düşmana karşı cephe kuran Nene Hatun, kendisi
gibi giyinenlere reva görülen muameleden râzı mıdır acaba?
Gerçi cevap hazırdır bu zihniyette: “Aman efendim, ninelerimizin başındaki
örtüye saygımız sonsuz, biz türbana karşıyız” derler. Bu kamusal alan ne menem şeydir
ki, hizmetlinin başındaki örtüden rahatsızlık duymaz ama aynı örtü öğretmenin başına
geçtiğinde türban adını alır ve zehir saçan bir tehdide dönüşür. Dinî literatürde hiçbir karşılığı
bulunmayan “türban” üzerinden yapılan “Cumhuriyet tehlikededir” tellallığı çoktan iflas
etmiştir.
Ve herkes bilmelidir ki, 28 Şubat gibi hayalî bir senaryo ve miadını çoktan
doldurmuş yasalarla, inanan insanların elinden alınan temel haklar er ya da geç sahiplerine
teslim edilecektir. Bu milletin tarihinden devraldığı, vicdanında yaşadığı manevî değerler;
diğer bir zümrenin niyet okuma yöntemiyle öngördüğü tehdit çanları ile bastırılamaz.
Elini vicdanına koyabilen herkes bu memleketin tarih boyunca birtek başörtülü
insandan bile zarar görmediğini teslim edecektir. Eğitim camiasının basiretini işleterek olaya
siyasî değil vicdanî boyuttan yaklaşması; toplumu kamplaştıran, inancının gereğini yaşayan
insanları potansiyel suçlu sayarak ötekileştiren bu sakat zihniyetten sıyrılması vakti gelmiştir.
Hatice TOKDEMİR
Eğitim Bir Sen İstanbul 4 No'lu Şube
Kadınlar Komisyonu Üyesi
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.